Küçük Sırlar RP
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Küçük Sırlar RP

Sırlar belkide göründüğü kadar küçük değildir.
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Tılsım Evren

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Tılsım Evren




Mesaj Sayısı : 1
Points : 3
Doğum tarihi : 07/08/93
Kayıt tarihi : 04/12/10
Yaş : 30

Tılsım Evren Empty
MesajKonu: Tılsım Evren   Tılsım Evren Icon_minitimeC.tesi Ara. 04, 2010 10:35 am

* Ad-Soyad: Tılsım Evren.
* Kişisel Özellikler: Zeki, hırslı, konuşmayı seven kibirli ama bir o kadar da canayakın, bilginç, intikam almasını iyi bilir.
* Aile Geçmişi: 100 yıldır süre gelen Evren ailesi oldukça köklü ve kültürlü bir yapıya sahiptir. Bir çok mekanlara da sahiptir. Oldukça zenginlerdir. Hatta Türkiye çapında en zengin ailelerin başında yer almaktadır.
* Ünlünüz:
Leighton Meester -kullanan kişi 3 aydır girmiyor-
* Örnek Role Play: Alta yazdım.
* İstediğiniz Rütbe:
Lise


Dünden kalan karlar, bugünün güneşiyle erimeye başladığın da Rose yeni işten dönmüş kıyafetlerini değiştirip Hogsmeade'a geçecekti. Her zaman ki gibi. Hayatın da hiçbir amaç olmaksızın bir şeyler yapmak Rose'a göre değildi. Fakat hayata tutunup yaşamaya devam etmesi için bunlar gerekliydi. Yutkundu.
Bazen kendini çok yalnız hissediyordu. Özellikle Lena'nın gidişine hala kendini alıştıramamışken onu hatırlamak, eski günleri zihninde defalarca tekrar etmek Rose'a çok zor geliyordu.
Tek derdi Lena değildi bile. Bir de asla unutamayacağı, hayatının aşkı Jonathan vardı. Rose onu hatırlayınca, yüz bininci kez iç çekti. Jonathan'ı çok özlüyordu. Sanki hayatının en önemli varlığını öldürürken, kendinin bir parçasını da öldürmüş gibi hissediyordu.
Ve bir yaprak da böyle dökülüp gitmişti. Rose, kış ayında ayakta kalmaya çalışan bir meşe ağacı gibiydi. Yaprakları dökülen, ve asla geri gelmeyecek olan bir meşe ağacı.
Buz mavisi gözlerinden yaşlar akarken kapıyı açıp eve girmişti. Ara sıra gözyaşlarını tutamıyordu, akmasına izin veriyordu. Yerinde durmayan bir şeyi neden zorluyorsun ki? Koyver gitsin..
Rose zarif, ince ve uzun parmaklarıyla gözlerini silerken hayatın ne kadar garip olduğunu düşünmeden edemedi. Mutluyken, mutsuz olabiliyordu insan. Acınası şeyler yaşayabiliyordu. Bir zamanlar bir başkasına acıdığı şeyler başına gelebiliyordu. Rose kendini koltuğa attı ve düşüncelerine son vermek istercesine başını iki yana salladı.
Genç kız etrafını inceledikten sonra bir şeylerin farklı olduğunu sezdi. Fakat ne olduğunu anlayamıyordu. Bunu da umursamadı. Umursamaz bir kişiliğe sahip olan Rose, genelde etrafında olup biten hiçbir şeyi umursamazdı. Kentini attığı koltuktan kalkıp odasına yöneldi.
Odası boydan boya kırmızıydı. Aralarda beyazlık varsa da o da dolapların veya başka eşyaların renkleriydi. Rose'un odasında ahşaptan yapılma bir çalışma masası, iki kişilik bir yatak ve büyük bir dolapla boy aynası bulunuyordu. Rose dolabına yönelip lacivert bir elbise çıkartırken yine umursamazlık havasına bürünüvermişti. Elbiseyi yatağının üzerine atıp cama yöneldi. Evi bir Muggle eviydi. Muggle'ların arasında yaşamayı öğrenmeye çalışıyordu.
Rose'un Muggle'lardan öğrendiği bir çok şey vardı. Mesela, onlarında bazı ölüm yiyenler kadar kurnaz oldukları, veya onların da bazı büyücüler kadar iyi bir kalbe sahip olduklarıydı.
Genç kız düşüncelerini bir kenara bırakarak yatağa attığı lacivert ve kısa elbiseyi üzerine geçirdi. Saçlarını arkasından at kuyruğu yaparken düşündüğü tek şey biraz eğlenmek istediğiydi. Ve son olarak siyah ve topuklu ayakkabıyı ayağına geçirirken aynada ki yansımasına bakmadan edemedi. Yansımada ki bayan oldukça çekiciydi. Bir kere vücudu oldukça kıvrımlıydı. Gece siyahı saçlara ve delici mavi gözlere sahipti. Buz gibi gözlere yani..
Rose çocukluğundan beri gözlerini boğuk bulmuştur. Sıradan bir buz işte, neresi acayipti?
Fakat çevresindekiler ona bunun aksini iddiaa ederek, çok güzel gözlere sahip olduğunu vurgulayıp kafasına vurup durmuşlardır. Rose ise her zaman ki gibi biraz pembeleşmiş ve teşekkür edip oradan uzaklaşmıştır.
Aynada ki kızın gözlerine dikti gözlerini Rose. Kızın gözlerinde hiç görmediği bir bilgelik vardı. Asla Rose Hathaway'ın sahip olamayacağı bilgelik. Aynada ki genç kızdan gözlerini ayırıp çantasını da alıp Hogsmeade'a cisimlendi.
Hogsmeade karlarla kaplıydı. Rose buna şaşırmadı. Bu ay da buranın karlarla kaplı olduğunu biliyordu. Öğrenciyken buraya çoğu kez gelmiş ve acı tatlı olaylar yaşamıştı. Ve buradan asla kopamamıştı. Hala buraya gelmesinin başka bir sebebi olamazdı bile. İç çekerek üç süpürgeye girerken, buraya ilk gün geldiği gün geldi aklına.
Jonathan ile ilk tanıştığı gündü.
Rose tekrar kafasını salladı. Bütün her şeyi geride bırakmayı o kadar çok istiyordu ki. Bütün hayatını Jonathan ve Lena ile harcayıp durmuştu. Arkadaşı ve sevdiği adam onu bir mal gibi satmıştı. Özellikle de Lena.
Hayatını hiç düşünmeden tehlikeye atacağı kişiler ona karşı düşman kesilmişlerdi. Bunları artık kafasına takamazdı. 6 yıl boyunca bunlarla zamanını yormamış mıydı zaten? Artık buna son vermenin zamanı gelmişti.
Rose içeri adım atarken kararını vermişti. Her şeyi geri de bırakmanın zamanıydı. Rose kapıyı kapattığında, sanki geçmişin büyülü ve gizemli kapısını yavaşca kapatıyormuş gibi hissetti. İçeriye döndüğün de herkesin bir işle uğraşıyor olduğunu, ve mekanın çok kalabalık olduğunu farketti.
İnsanlar güle oynaya, ya içki içiyor ya da kaymak birasını yudumluyordu. Ama bunda bir farklılık vardı. Rose merdivenlere yönelirken kafasında tek bir şey vardı; yalnız kalmak.
Ahşap merdivenlere topuklu ayakkabısı basarken çıkan seslere aldırış etmedi genç kız. Tik,tak,tik,tak.. Yukarıya ulaştığında gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
Karşısın da bakanlıktan arkadaşı olan Nate vardı. Ve.. Takım elbiseliydi. Rose onu süzerken bir an gülümseyiverdi. Nate'in yüzü keskin hatlara sahipti ve bu onu çok çekici kılıyordu. Ve mavi gözleri.. Rose'unkilerin aksine parıldıyordu. Rose zar zor da olsa gözlerini Nate'in yüzünden ayırdığın da etraflarına bir bakış attı.
Masalar birleştirilmiş ve özenle süslenmişti. Rose bütün bunları zihnin de birleştirdiğin de neler olduğunu anlamıştı.
Bakışları tekrar Nate'e döndüğün de konuşmaya başladı.
''Ah.. Neler döndüğünü anlatabilir misin Nate?''
Ah.. İşte Rose, hakimlik havasına bürünmüş ve sorularını sormaya başlamıştı. Bazen çoğu insan Rose'un bu iş için ideal kişi olduğunu söyleyip durmuştu. Rose ise buna gülüp geçmişti. Fakat şimdi kesinlikle emindi. İşi için, ideal kişiydi..
"Beni yargılamak istersin diye düşündüm, bayan baş hakim" Nate'in ses tonunda değişik bir tını vardı. Daha önce, Rose'un duyduğu bir tınıydı.. Genç cadı bir süre düşündü fakat kimin bu ses tonuyla konuştuğunu hatırlayamadı. O sırada genç büyücü bir eliyle arkasında ki mevsim çiçeklerini çıkartıvermişti. Bunu görünce Rose bir an şaşırdı. Mevsim çiçekleri onun en sevdiği çiçeklerdi ve bunu kimse bilmezdi. Genç cadının yüzünde ki şok ifadesi bir an öylece yüzüne yapışıverdi sanki. Ama daha sonra hafifce kafasını sallayınca şok ifadesi geldiği gibi gidiverdi. Genç büyücü diz çöktüğü sırada Rose neler olacağını kavramaya başlamıştı ve bunun olmasını istemiyordu. Kalbi daha kırıktı. Bir başkasına tekrar kalbini açabilir miydi? Yaralı kalbi bunu kaldırabilir miydi? "O kadar güzelsin ki. Ve ben sadece senin gözlerinin içinde kaybolabiliyorum." Rose bir kez daha düşüncelerinde haklı çıktığını farketti. Fakat değişik bir şey de vardı. Nate ona her zaman ki gibi bakmıyordu. Sanki pembe güllerin arasında ki kırmızı ve çekici gülmüş gibi, daha özel bakıyordu. Bu Rose'un bir an hoşuna gitti doğrusu. Ama sonra kendine birbiri ardına hakaretler yağdırdı içinden. O daha yeni yeni Jonathan'ı atlatmaya başlamıştı. Kalbini yok eden sefil herifin acıları daha sinmemişti. Ve şimdi Nate ile yapabilir miydi? "Seni seviyorum" Bunu duyduğu sıra da düşüncelerinden sıyrıldı Rose ve yutkundu. Daha yeni yeni kendine geliyordu. Ya Nate de onun kalbini kırarsa? O zaman Rose bunu bir daha atlatamazdı. Jonathan'ı Rose öldürmüştü. Özellikle de bunu kaldıramıyordu Rose. Derin bir iç çekişten sonra Nate'in düşünceli yüzünü süzmeye başladı. Gözlerinde ki bakışlar çok değişikti bugün. Sanki aradığı bir şeyi yeni bulan biri gibi, ya da bir sınavda yanlış yaptığı cevabı farketmiş, ve doğrusunu işaretlemiş bir öğrenci gibiydi. Rose Nate'e yaklaşıp elinde ki çiçekleri uzun parmaklı ve zarif elleriyle aldı. Sonra da boşta ki eliyle Nate'in elini kavradı ve onun kalkmasını istiyormuş gibi gözlerini dikti ona. Nate bunu anlamış olmalıydı ki gülümseyerek ayağa kalktı. Rose ilk önce elinde ki mevsim çiçeklerinden oluşmuş buketi burnuna yaklaştırıp içine çekti. Bu güzeldi. Ama ne yapacağını şu an da kendisi bile bilmiyordu. Sanki yolunu kaybetmiş bir çocuk gibiydi. Yolunu bulmaya çabalayan, yanlış yapmamak için bütün zihnini yola veren bir çocuk.. ''Ne söyleyeceğimi inan ki bilmiyorum. Gerçekten şok üstüne şok yaşıyorum'' Rose bir an duraksadı ve sonra devam etti. ''Bunları yapmana hiç gerek yoktu. Ben o cadılardan değilim. Gösterişe önem vermem fakat..'' Mevsim çiçeklerinin kokusunu tekrar içine çekti.''... çiçekler için teşekkür ederim'' Rose hala Nate'in elini tutmuş olduğunu farkettiğinde elinde olmadan gülümsedi. Aslında kalbinde ki yaraları saracak bir kişi varsa; o da kesinlikle Nate olurdu. O an da başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Sadece Nate vardı. Ne ölü olan Jonathan.. Ne de onu terkedip gitmiş olan en iyi arkadaşı Lena.. Kalbinin artık iyileşmesi gerekiyordu. Eskisi gibi olabilmek için, hayattan zevk alabilmek için ve en önemlisi.. Anı, anında yaşamak için..
Nate'in kumral saçlarına bir elini uzattı ve yavaşca okşamaya başladı. Eli adeta sızlıyordu. Jonathan'dan sonra bunların olabilmesi.. Mümkün değildi.. Ama aşk böyle bir şeydi işte.
Ve o günden sonra Rose biraz da olsa iyileşmeye, yaralarını sarmaya ve Jonathan'ı unutmayı başardı. Rose'dan da bu beklenirdi ya..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tılsım Evren
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Küçük Sırlar RP :: Kayıt İşlemleri :: Kayıt :: Rp Puanlatımı-
Buraya geçin: